G8’karşı mücadele
edelim!
Emperyalizmi yok edelim!
En
büyük sekiz haydut gücün
hükümet ve devlet şefleri bir kere daha zirve
topluyor. Baltık denizi bölgesindeki Heiligendamm’da
yapılacak olan zirveye bu yıl Almanya ev sahipliği yapacak.
G
8 nedir, kimdir?
Sekizler
Grubu (G8) bir avuç emperyalist büyük
güçten oluşuyor: Almanya, Fransa, İngiltere,
İtalya, Japonya, Kanada, Rusya ve ABD. G8 ülkelerinde
dünya nüfusunun sadece yaklaşık
%13’ü yaşıyor, fakat bunlar dünya
ticaretinin % 50’sini gerçekleştiriyor. Ve bu
ülkelerde Dünya Brüt Geliri’nin
nerdeyse üçte ikisi yoğunlaşmış durumdadır.
Bu devletler dünya ekonomik
düzenini istedikleri gibi yönlendirme hakkını
ellerinde tutuyorlar. Dünya ekonomisini bu sekiz
güç yönetiyor. En önemli hammadde
kaynaklarına, doğal kaynaklara, pazarlara ve taşımacılık trafiğine
bunlar hakimler. Nerede neyin nasıl üretileceğine bunlar karar
veriyorlar. Bu bir avuç büyük
güç dünya çapında bağımlı
ülkelerin halklarını köleleştiriyor ve yağmalıyorlar.
Bu ülkelerin insanlarının, özellikle de kadınların ve
çocukların
sömürüsünü
“ucuz” işgücü olarak katlanılmaz
derecede artırıyorlar. Kendi devletlerinde yaşayan emekçiler
giderek artan derecede sömürülüyor
ve işsizliğe sürükleniyor.
Bu
sekiz haydutun gücü salt ekonomik alanla sınırlı
değil. Dünyanın tüm ekonomik ve politik alanlardaki
kararlarını verenler bu güçler oluyor. Ezilen
ülkeleri yarı sömürge bağımlılık konumunda
tutuyorlar, oralarda istedikleri gibi hükümetleri
deviriyor ya da başa geçiriyorlar ve halklar arasına ulusal,
dini ve etnik nifak tohumları saçıyorlar. Fakat bunlar kendi
aralarında birlik olan bir blok da değiller. Kendi aralarında keskin
rekabet var ve birbirlerinin nüfuz alanlarını gaspetmeye
çalışıyorlar. Çelişkiler arttığında
“insanlık icabı” bahanesiyle askeri
müdahalelerde bulunuyorlar, örneğin Kongo ve
Haiti’de olduğu gibi. Onyıllar boyu ülkeleri işgal
altında tutuyor ve kendi himayelerinde yönetimler kuruyorlar,
örneğin Bosna-Hersek’de olduğu gibi.
G8 büyük güçlerin
dünyayı bütün araçlarla yeniden
paylaşımında bir mücadele alanıdır. Bu emperyalizmin temel
karakteridir.
Globalleşme nedir?
Son onyılların moda kavramı
“globalleşme” ya da
“küreselleşme” emperyalizm denilen
vahşetin yeni adıdır. 19. yüzyılın sonunda sahneye
çıkan kapitalist emperyalizm, sanayileşmede en
güçlü ülkelerin finans
kapitalistlerinin (bunlar bugün G 8 grubudur) dünyayı
kendi nüfuz alanlarına bölerek paylaşmaları ve
dünya çapında işgücü ve yeraltı
zenginliklerini sömürmeleri şeklinde işlemektedir. Bu
noktada onların dürtüsü kapitalist azami
kardan başka bir şey değildir. Emperyalist devletler ve
“global oyuncular”’ın en yüksek
kar için birbirleriyle rekabeti hep yeniden savaşlara
yolaçmaktadır. Finans kapital yerkürenin etrafında
tur atmakta ve hep daha karlı yatırım alanları peşinde koşmaktadır.
Globalizm denen şey işte budur! Globalizm
emperyalizmden başka bir şey değildir!
Biz,
mücadelemizde ana hedef olarak kendi ülkemizdeki
emperyalizmi, yani Alman emperyalizmini seçerek,
dünya çapındaki emperyalizme karşı
mücadele ediyoruz. Alman emperyalizmi öne
çıkan büyük güçlerden
biridir. Emperyalist birlik olan AB içinde Alman
emperyalizmi ve onun müttefiki Fransız emperyalizmi hakim
güçlerdir. AB emperyalizmi giderek artan
ölçüde ABD emperyalizmine kafa
tutmaktadır.
Kimin cebinden çıkıyor?
G8 2007 zirvesi denilen şov 110 milyon
Euro’ya, belki de daha fazlasına mal olacak. Zirvenin
yapılacağı alanın etrafını çevirme masraflarından,
lüks otellere ve devasa güvenlik tedbirlerine kadar
bütün masraflar emekçilerin
ödediği vergilerden çıkarılacak. Böylece
bir kere daha siyasetçiler sınıfı paraya ne için
önem verdiklerini gösteriyorlar:
Almanya’nın dünya hegemonyası için
dalaşımı ve tekellerin karı için!
Halkın
gündeminde ise, kitleler halinde işten atılmak, rasyonalleşme
(işgücü kıyımı), sosyal hakların tırpanlanması ve
tüm alanlarda yasaların sertleşmesi duruyor. Bu
süreçte en fazla zarar görenler kadınlar,
sığınmacılar ve göçmenler oluyor. Resmi
istatistiklere göre Almanya’da 1,5 milyon
çocuk fakirlik içinde büyüyor.
Bu nedenle emperyalist globalleşmeye karşı
yönelen yüzlerce farklı inisiyatifin kendiliğindenci
hareketi de giderek artıyor.
...
iç faşistleşme?
Dünya
Bankası, IMF (Uluslararası Para Fonu), DEF (Dünya Ekonomik
Forumu) ve G8 gibi uluslararası kuruluşların konferansları,
bugün ancak demokratik hakların ciddi biçimde
sınırlanması ve protesto eden halk kitlelerine karşı vahşi saldırı
eşliğinde yapılabiliyor. Alman devleti G8 zirvesi öncesinde
demokratik hakları kısıtlıyor ve duvarlar örüyor.
Demokratik ve devrimci birey ve örgütler
üzerinde baskılar artıyor ve bunlar suçlu olarak
damgalanmaya çalışılıyor. Yoğun sınır kontrolleri,
giriş-çıkış yasakları, alana yaklaşma yasakları,
özel fişlemeler ve polise anda bulunulan yerin bildirimi
için başvuru zorunluluğu konularındaki artan baskılar
Heiligendamm’da yapılacak olan G8’e karşı
eylemlilikler öncesinde gündemde duruyor. Bunlar
Alman devlet mekanizmasının iç faşistleşmesinde yeni
adımlardan başka bir şey değildir. Bütün bunlar
planlanmış olan yeni bir “Güvenlik
Paketi”nin bir parçası olarak şimdiden uygulamaya
sokuluyor. Bu “Güvenlik Paketi”nin
içinde, örneğin askeri gücün
içte de kullanılması ve polis ve gizli servisin
birleştirilmesi gibi korkutucu tedbirler de yeralıyor.
G 8
2007 Zirvesinde neler görüşülecek?
Geçen yıllarda olduğu gibi bu zirvede
de hükümet başkanları kulağa hoş gelen
açıklamalarla kendilerinin insanlığın geleceği ve refahından
başka hiçbir çıkarlarının olmadığı
sözlerini verecekler.
Ve
şimdi yeni bir konu buldular: iklimi koruma!
G8
zirvesinin bu yılki ana teması “Büyüme ve
Sorumluluk”. Merkezi bir gündem maddesi de Afrika
politikası. Yüzyıllardan beri batılı
sömürgeciler tarafından yağmalanan kıta,
büyük güçlerin ve yerli kukla
rejimlerin yeni sömürgeci paylaşım dalaşında yeniden
gündeme geliyor. Afrika’nın dünya
ticaretine katkısı son 20 yılda yarıdan fazla bir
düşüş gösteriyor. Sudan, Somali, Kongo gibi
devletler sarsılıyorlar. Afrika’nın büyük
hammadde kaynakları için savaş
yürütülüyor: Batı
Afrika’da Fildişi Sahili, Nijerya ve Angola’da,
Kuzey Afrika’da Cezayir ve Libya’daki petrol
yatakları için, Zimbabwe’deki platin ve nikel
madenleri için, Sudan ve Gine’deki altın madeni
için, Nijer’deki madenler ve uran için.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti hammadde zengini olan ülkelerden
biri: Pırlanta, petrol, uran, cobalt, altın ve koltan madenlerine
sahip. Büyük güçler bu
hammaddelere sahip olma hırsıyla yerel savaşları kışkırtıyorlar.
Afrika’nın en fakir ülkeleri
için düşünülen
“borç silinmesi” onlarla dalga
geçmekten başka birşey değildir.
Çünkü onlara, bunun karşılığında devlet
şirketlerinin özelleştirilmesini dayatmaya
çalışıyorlar. Yine, söz konusu ülkelerde
dış ticaretteki gümrüklerin kaldırılmasını talep
ediyorlar. Bu türden “Afrika yardımı”nın
gerçek anlamı, batılı hammadde avcılarına ve yatırımcılara
sınırların sonuna kadar açılmasıdır.
G 8 -
dünya çapında savaş kışkırtıcıları ve silahlanma
şampiyonlarının zirvesidir.
Dünya
çapındaki silah ihracatının %90’ı G 8
devletlerinin hanesine yazılıdır. Güncel olarak 40 yerde
yürütülen savaşlarda bu silahlar
yüzbinlerce insanın katledilmesinde kullanılmaktadır.
Emperyalist ülkelerdeki eşitsiz gelişmeye bağlı olarak bunlar
arasında kaçınılmaz olarak savaşlar gündeme
gelmektedir. Bugün gündemde duran uşaklar arasındaki
savaştır. Yarın yeniden dünya savaşları gündeme
gelecektir. Bunun ardında, yeni pazarlar, daha büyük
nüfuz alanları, hammadde kaynaklarının ve taşımacılık
yollarının güvence altına alınması gibi emperyalist
çıkarlar durmaktadır. Ve dünya hegemonyası
için dalaşım durmaktadır!
G8 =
Çevre katilleri
Tekellerin
çıkarlarını güden G8’lerin politikasının
çevre açısından vahim sonuçları var:
Türkiye ve Hindistan’da olduğu gibi, binlerce insanı
yurtlarından sürülerek inşa edilen devasa baraj
projeleri, ABD ve Çek Cumhuriyeti’nde olduğu gibi
yeni atom santralleri inşası bunlara örnek. G8
ülkeleri sera efekti ve dolayısıyla küresel iklim
ısınmasına sebep olan atmosfere karbondioksit salan ülkeler
arasında birinci sırada geliyorlar. Salt ABD toplam karbondioksit
salımının dörtte birinden sorumlu. Ve bunun kaynağı devasa
sanayi üretim merkezleri. Bütün bunlar
susuzluğa, çölleşmeye, ozon tabakasının
delinmesine, bitki ve hayvan cinslerinin yokolmasına, sellere, tornado
ve tsunamilere yolaçıyor ve bütün bunlar
bütün şiddetiyle ve öncelikle bağımlı
ülke halklarını vuruyor. Bu gerçek BM iklim
raporunda da teslim edilmek zorunda kalındı. İnsanlığın yaşam temelleri
kar için sistemli ve bilinçli olarak yok
ediliyor. Ve bütün bunlar, hızla gelişen teknoloji
insan ve doğanın uyum içerisinde yaşamasına bambaşka
olanaklar sunabilecek durumda olmasına rağmen oluyor. G8 zirvesinde
kendisini iklim kurtarıcısı olarak sunmaya hazırlanan
Merkel-inisiyatifinden daha büyük sahtekarlık olamaz.
Karbondioksit salımının azaltılmasına ilişkin verilen sözler
gayriciddidir ve devede kulak misalidir. İklim politikasında
köklü bir değişim kesinlikle değildir. Böyle
birşey G8 haydutlarıyla mümkün değildir!
G8 =
mültecilere karşı korunan bir kale!
2006 yılında 12 milyon insan yurtlarını terketmek zorunda
kaldı. (Dünya Mülteci Raporu) Hiçbir insan
isteyerek yurdundan kaçmaz! G8’lerin politikası,
ekonomik nedenlerle, siyasi baskılar ve zorla
göçettirme nedenleriyle veya savaşlar sonucunda
insanları mülteci olmaya
sürüklüyor. G8 ülkelerinin
sınırlarında mülteciler sıkı gümrük
kontrolleriyle, suçlu durumuna
düşürülmeyle yüzyüze
geliyorlar ve birçok durumda yaşamlarını yitiriyorlar. Diğer
taraftan metropollerde “kağıtsız” insanlar
köle işçiler durumunda kullanılıyor ve bunların
korumasız ucuz işgücünün
sömürülmesinden ekstra karlar elde ediliyor.
Finans kapital ve metalar, egemen politikacılar ve finans hokkabazları
dünya çapında sınırsız hareket
özgürlüğünün tadını
çıkarırken, ezilen ve yoksul insanlar için,
özellikle bağımlı ülkelerdeki işçiler,
hizmetliler, köylüler için aşılmaz
sınırların varlığı sözkonusu. Ve bunlara hergün
yenileri ekleniyor.
G8 ülkeleri bile artık
şu gerçekleri gizleyemiyorlar...
*Kendi politikalarının Asya, Afrika ve Latin
Amerika’nın bağımlı ülkelerinin
tümünde yoksulluk, işsizlik, sefalet,
açlık, kitlesel fuhuş, düşük
ücretler, zorunlu göç, ‘en
ucuz’ kadın ve çocuk emeği, gençlik
için geleceksizlik ve savaş anlamına geldiğini,
*Bu ülkelerdeki ezilen kitlelerin kendilerine
dayatılan koşulları artık kolayca kabul etmediklerini, buna karşı
örgütlendiklerini ve mücadele ettiklerini,
*Bu ülkelerin egemen sınıflarının
kitlelerin iş, ücret, daha iyi çalışma koşulları,
insana layık konut, eşit işe eşit ücret taleplerine cevap
vermediklerini, sadece ve sadece kendi ceplerini doldurduklarını ve
emekçi kitlelere şiddet uyguladıklarını,
*Bu ülkelerdeki politikalarının hep kendilerine uygun
düşen hükümetler oluşturmak olduğunu. Bu
olmadığında savaş, askeri darbe ve faşist
diktatörlükleri gündeme getirdiklerini artık
gizleyemiyorlar.
Bağımlı ülkelerde
direniş var!
Filipinler’de,
Nepal’de, Kolumbiya’da, Filistin’de, Batı
Sahra’da, uzun zamandan beri silahlı kurtuluş hareketleri
yerli iktidar sahiplerinin terörüne ve onları
destekleyen büyük güçlere karşı
mücadele ediyorlar. Bu mücadeleler bize cesaret
veriyor! Emperyalist metropollerde de giderek banka ve tekellerin
politikasına karşı çeşitlilik gösteren protesto
yükseliyor.
Küreselleşme
karşıtı hareketin bize sunduğu nedir?
Federal Almanya’da G8 zirvesine karşı
çeşitli eylembirlikleri mevcut. Bunlar reformizmden tutun
devrimci ve komünist taleplere kadar geniş bir yelpazeyi
kapsıyor. PDS, Attac ve Sosyal Forum’un belli kesimleri gibi
emperyalist sistemin reformist temsilcileri bize “daha
iyi” kredi, “daha adil” vergilendirme
sistemi ve daha fazla “kalkınma yardımı”nın, yani
“daha demokratik” sömürü
ve baskının, bugünkü sisteme alternatif olacağını
anlatmaya çalışıyorlar. Örneğin Attac,
“yeni bir dünya için, tabandan
dayanışma”yı savunuyor. Ana talepleri, spekülasyon
gelirlerinin özel olarak vergilendirilmesi (Tobin Vergisi)
yoluyla uluslararası finans pazarlarının düzenlenmesi,
sermayenin daha güçlü bir şekilde
vergilendirilmesi ve vergi kaçırmalarının
önlenmesidir. Ayrıca “Dünyanın en yoksul
ülkeleri için borç
silinmesi”ni talep ediyorlar. Böylelikle Attac,
silinmesi istenen borçların kime ait olduğunu, bağımlı
ülkelerde kimin siyasi iktidara egemen olduğunu perdeliyor.
Mevcut egemenlik koşullarında böylesi taleplerle
kökten değişikliklerin, düzelmelerin olabileceğine
inanmak safça hayaller peşinde koşmaktan başka bir şey
değildir. Reformist hareketlerin öncü eylemcilerinin
ufku mevcut düzen içi iyileştirmeler
için mücadele etmekle sınırlıdır.
Biz Komünistler, halkların mücadelesinin
ürünü olduğu ve devrimci hareketi ileri
taşıdığı ölçüde ve kapitalist-emperyalist
sistemin dayanağına dönüşmediği sürece
reformlara karşı değiliz. Tam tersine, bizler kitle hareketleri
içinde reformlar için mücadeleyi de
kararlılıkla yürütüyoruz. Bizler ama
bütün kararlılığımızla, emperyalist sistemin bir
parçası olan ve reformları kapitalist sistemin ayakta
tutulmasına hizmet olarak gören reformistlere ve reformizme
karşıyız.
Neyi istemiyoruz?
Pastadan bir kırıntı istemiyoruz. Daha
“az” sömürü, daha
“yumuşak” baskı da istemiyoruz ve daha
“az şiddetli”, “daha insani”
savaşlar da istemiyoruz!
Gerçek
değişiklik ancak emperyalist dünya sisteminin yerle bir
edilmesiyle, evet devrimci şiddetle yerle bir edilmesiyle
kazanılabilir. Ve bu sadece sosyalist devrimle
mümkündür! Egemenlerin kendi iktidarlarını
kendiliğinden terkedeceklerine inanan ancak saf olabilir.
Gerçek budur – bunun dışındaki herşey
yanılsamadır, kandırmacadır, boş hayaldir!
Böyle
bir değişikliği gerçekleştirebilecek sınıf
güçleri, kitle hareketleri, bundan 150 yıl
önce, kapitalizmin doğuşunda olduğu gibi bugün de
çalışan sınıflardır, proletaryadır! Toplumun tüm
zenginliklerini yaratan onların elleridir, buna el koyanlar ise bir
avuçtur. “Öldü”
denilen proletarya bugün dünya çapında
herzamankinden daha büyük bir sayıya sahiptir ve
kendi gücünün bilincine vardığında
emperyalizmin kaleleri düşecektir.
Emperyalizm
görüldüğü kadar
güçlü değildir. Onun
gücü bizim
güçsüzlüğümüzden
gelmektedir. Ve biz
güçsüzlüğümüzü
komünist partisinde örgütlenmeyle
aşabiliriz. O zaman tüm emperyalist sisteme kendi
gücümüzü dayatabiliriz!
Kapitalist
globalleşmeye karşı bizim kızıl alternatifimiz şudur:
“Kendi” burjuvazimizi devirmek
için mücadele ve aynı zamanda tüm diğer
ülkelerdeki devrimci hareketleri ortak düşmanımıza
karşı mücadelede desteklemek.
Bütün
ülkelerin proleterleri ve ezilen halklar emperyalizme karşı
birleşin! Baskıya, sömürüye ve
emekçilerin yaşam temellerinin yok edilmesine karşı
mücadele!
Sosyalist devrim
hülyası bugün ne kadar uzak olursa olsun, Rosa
Luxemburg, Karl Liebknecht’in bu hülyaları tek
gerçek alternatiftir!
Bizler
hayal etme ve mücadele etme cesaretine sahibiz ve bizler zafer
kazanmaya cüret edeceğiz... Bizimle birlikte bu alternatif
için mücadele edin! Komünizm
için mücadele edin!
Emperyalizmi
yok edelim!
Örgüt
olmadan devrim olmaz!
Anti
Amerikanizm Alman emperyalizminin işine yarıyor!
Baş düşman kendi ülkendedir!
“Afganistan’da Alman
mühendis kurşunlandı, Köhler Irak’taki
Alman esirler için devrede, Ülkemize karşı
terör tehditleri, Afganistan’da Tornado
harekatı”. Bunlar son zamanlardaki medya manşetlerinden
bazıları. Egemenler bizi artık militarist bir dış politikaya alıştırmış
durumda ve buna karşı kayda değer bir direnişle karşılaşmıyorlar.
Alman emperyalizmi ve onun siyasi sorumluları her
geçen gün biraz daha arsızlaşarak, halkı kandırmak
ve emperyalist egemenliğin ve savaşların gerçek sebeplerini
ve arka planını gözlerden gizlemek için ellerinden
geleni yapıyorlar.
Kötü
Amerikalilar ve iyiliksever Almanlar mi?
Nüfusun çogunlugunun kafasinda Alman
ordusu hakkinda gittigi yerde insanlara yardim eden, ülke
disinda yoksul ve zarar görmüs insanlarin yardimina
kosan bir “iyilik ordusu” resmi olusmus durumda.
Afganistan’da Almanlar tarafindan su kuyulari
açiliyor, Alman ordusu kendi hastahanelerini yerli halkin
tibbi hizmetine açiyor. Amerikalilarin tersine Almanlar
sivil halk için insa çalismasinda bulunuyor.
Savas sanatindan baska bir sey tanimayan, insan haklarini
çigneyen ve Abu Ghraib’de oldugu gibi
suçsuzlara iskence uygulayan kötü
Amerikalilar imaji Alman Hükümeti’nden
tutun sol cephedeki baris harekati ve Attac’a kadar
pompalaniyor. Bunun karsisinda Almanya ve Alman ordusu
Afganistan’da ezilen kadinlar için ve
Kongo’da demokrasinin saglanmasi için
güya sivil insa çalismasi
yürütüyor.
Kötü
Amerikali ve “iyilik melegi” Almanlar resmi ne
kadar dogrudur? Eger öyleyse, Afganistan’da Almanlar
neden istenmemekte, Irak’ta Almanlar neden rehin alinmakta ve
bomba tehditleri yapilmaktadir?
Dün
Hindukus’ta sadece üç ay kalacagiz
denmisti, simdi bu on yila çikti. O dönemin
SPD’li savas bakani Struck Hindukus’ta Alman
güvenliginin savunuldugunu anlattiginda Almanlarin
çogunlugu Hindikus’un nerede oldugunu bile
bilmiyordu.
Bugün
küçük ve büyük
generaller kayda deger bir direnisle karsilasmadan askeri operasyonlar
planliyor ve uygulamaya koyuyorlar. Örnegin
Lübnan’da oldugu gibi...
“Kongo’ya asker göndermemiz
lazim” deniliyor... ve bu hay huy, hiç problemsiz
gerçeklesiyor.
Bündnis
90/Yesiller “baris partisi” olarak kendi
kendilerini diskalifiye etmis durumdalar: Israrla
Sudan-Darfur’a asker gönderilmesini talep ediyorlar.
Son olarak Yesiller’in parti yönetimi Paskalya baris
yürüyüsleriyle ilgili olarak, Alman
ordusunun yurtdisina gönderilmesinin kökten
reddedilmesinin tek yanli ve yanlis oldugunu açikladi.
Burjuva politikasina ve medyaya göre
Almanlarin yeni dünya hegemonya duygulari söyle
olmali: Dünya bizim önümüzde
serili. Biz Papa’yiz, çoktan beri ihracat
sampiyonuyuz, hentbol sampiyonuyuz, futbolda ne yazikki sadece
üçüncü olabildik. Biz Almanlar
her zaman birinciligi hedefledik, bu dünya halklarinin
zararinaymis bize ne. Alman postallarinin olmadigi yerde, hür
demokratik toprak da yoktur. Gelecek rüyamiz Sönke
Wortmann’in (Dünya sampiyonasi filminin
rejisörü) yaz rüyasi degil, dünya
hegemonyasi olacak.
Savaş –
“acılı” dış politika mı?
Biz, Amerikalılar gibi savaş
yürütmüyoruz, biz onlardan daha iyisini
yapıyoruz. Amerikalıların savaşları korkunç, akıllı değil,
çok kanlı. Abu Ghraib’de işkenceden
geçirilen Iraklıların resimleri bütün
dünyada olduğu gibi burda da tepkiye yol açtı.
Amerikalıların güzelim Karibik adası
Küba’daki işkencehanesi Guantanamo adaletsizlik ve
en berbatından insan hakları ihlalinin adı oldu. Biz ise,
Afganistan’da saygı görüyoruz ve
Afrika’da hoş karşılanıyoruz.
Çünkü biz, sömürgeci
İngiltere ve Fransa gibi kötü biçimde
yağmalamadık.
Günümüzde
artık liberal “Zeit” gazetesinde hiç
çekinmeden Almanlar’a şu talep
yöneltilebiliyor: “Jeopolitik hedefler uğruna
yurtdışında kendi askerlerinin yaşamını kaybetmesini göze
almak, başka insanları öldürmeye hazır
olmak...” Dış politikanın acılı olabileceği henüz
halkın bilincine çıkmamışmış.
“Almanlar
dış politikanın acılı olduğunu öğrenmek
zorundadırlar.” Bunu militarist dış politika olarak
adlandırılanlar, teröristlerin işini kolaylaştırırmış. Bu,
Almanya gibi bir ülkenin uluslararası sahnede sorumluluk
almasıymış. Vatan için öldürmek ve
ölmek, hentbol şampiyonu olmak kadar normalleşmeliymiş.
Şimdiki Alman savaş bakanı Dr. Jung şöyle
diyor: “Alman ordusu tarihinin en büyük
dönüşümünü yaptı.
(çok doğru!) Alman ordusu
günümüzde ülkemizin
çıkarları için Balkanlarda,
Afganistan’da, Lübnan’da,
Afrika’da ve Kafkasya’da hizmet veriyor. ...
Askerlerimiz ve sivil elemanlarımız, Almanya’nın kendi
çıkarlarını korumasının, uluslararası sorumluluklarını
yerine getirmesinin ve böylece dünyada
ülkemizin itibarının artmasının önkoşullarını
yaratmaktadır. (“Almanya’nın güvenlik
politikası ve Alman ordusunun geleceğine dair Beyaz Kitap”ın
Önsöz’ünden, s. 4, Ekim 2006) İşte
bu şekilde büyük güç
Almanya’nın hedeflerini titizlikle ortaya koyuyor: Kaynaklar
ve nüfuz alanları için mücadele. Ne kadar
çok savaş yürütürsek,
ülkemizin itibarı da o kadar artar! Ne de ikna edici bir savaş
mantığı!
Federal
Almanya bir savaş gücüdür –
Irak’ta da!
Federal
Almanya’nın Irak’taki rolüne ilişkin
çizilen resim çok sahtekarcadır. Bir yanda
ABD’nin başını çektiği ve savaş
yürüten ve sivil projeler de
yürüten Almanya’yı kendilerine
örnek almayan “Gönüllüler
Koalisyonu”nun askerleri duruyor.
“Bush’un yeni savaş”ı Irak savaşının
başlangıcında çok sevilen bir slogandı. ABD,
SPD-Yeşiller’den Attac ve MLPD’ye kadar
çeşitli grup ve partilerce doğru bir biçimde
savaş kışkırtıcısı olarak mahkum edilirken, Almanya’nın savaş
kışkırtıcısı rolü ya hiç konuşulmuyor, ya da sadece
tali olarak ele alınıyordu. Halbuki Clausewitz, “savaşın
siyasetin başka araçlarla devamı” olduğunu ortaya
koymuştu. Dört yıl önce gerçekleştirilen
Irak’a saldırı bütün
büyük güçlerin ve onların
BM’deki müttefiklerinin ortak politikasıydı. Alman
emperyalizmi Irak savaşının hazırlığında aktif bir rol oynamıştı. Alman
emperyalizmi daha SPD-Yeşiller hükümeti
döneminde savaş tehditinden şantaja, ekonomik ambargodan gizli
diplomatik manevralara kadar emperyalist büyük
güç politikasının tüm
araçlarını kullanmıştı.
Hafızamız
geçmişte olanları unutmuşsa eğer: Merkel, Steinmeyer ve Jung
bugün de İran’a karşı aynı emperyalist boyun eğdirme
ve savaş tehditi politikasını uygulamaktadırlar.
Bütün bunlar güçlülerin
hegemonya oyunlarına örnektir.
Irak’a
karşı tehditler savruldu ve Saddam’ın
sözümona kitlesel imha silahları hakkında yalanlar
yayıldı, halbuki Saddam’ın silah donanımı hakkında kesin
bilgilere sahiptiler. Çünkü
Saddam’ı silahlandıranlar bizzat kendileriydi. Almanya
dünyanın en büyük silah tacirlerindendir.
2005’te 1,6 milyar Euro tutarında silah ihraç
edildi ve bu 2004 yılına göre % 40 oranında bir artış anlamına
geliyordu. Ama bize, Alman silahlarının sadece sivil inşa
için kullanıldığı anlatılıyor.
“Ölüm, Almanya’da yetişen bir
ustadır” sözü Almanya’nın
uluslararası rolünü en isabetli şekilde
anlatmaktadır. Eskiden, Soğuk Savaş döneminde Alman devleti
silah satmakla ve diktatörleri desteklemekle yetiniyordu.
Bugün giderek daha fazla silah satıyor
–çünkü savaşların sayısı
artıyor- ve artık Alman askerlerini de savaşa gönderiyor.
ABD ordusu Murat Kurnaz’ı
kaçırarak Guantanamo’da işkenceden
geçirirken, Alman Özel Komando
Güçleri (KSK) ondan geri kalmıyor ve gidip orda
sorguya çekiyor. Sonuçta bunlar,
geçmişte Nazi ordusunun hayranları, eski özel
komando güçlerinin kumandanları Günzel ve
Wegener gibi kişiler tarafından yetiştirilmişlerdir.
Esirleri işkenceden geçirmek ve onları itiraflara
zorlamak emperyalist hegemonyayı sağlamlaştırma ve savaş politikasının
parçasıdır. Bush esirlere işkenceyi legalleştirdi. Alman
özel güçleri ise bunu henüz gizli
bir şekilde yapıyorlar. Burda işkence legalleşmediği sürece,
bu kirli işi başka ülkelere yaptırıyorlar. BND (Alman
İstihbarat Teşkilatı) ve BKA’nın (Federal Alman Polis
Teşkilatı) adamları Suriye ve Irak’lı gizli servislerin
işkencelerine refakat ediyor ve işkence altında alınan itirafları
buraya getiriyorlar.
Saddam
Hüseyin’in Alman tekelleri ve politikacıları
tarafından övüldüğü ve
desteklendiği günlerin üzerinden henüz
çok geçmedi. Halepçe’de
Kürt halkının üzerine atılan ve birkaç
saniye içinde 5000 insanın
ölümüne yol açan zehirli bombalar
Alman teknolojisinin damgasını taşıyordu. Alman üretim
ustalığı, kitle katilleri ve diktatörler tarafından
çok itibar görüyor. Saddam
Hüseyin rejimi ambargo ve cezalara rağmen Irak egemenliğinin
son kalıntılarından vazgeçmemek için
direndiğinde, saldırıya uğradı. Irak savaşının dört yılında,
Saddam Hüseyin'in 30 yıllık
diktatörlüğü sırasında
“başardığından” daha çok insan
katledildi ve sakatlandı, evler ve altyapı harap edildi. Bize demokrasi
ve hürriyet olarak satmaya çalıştıkları işte bu
emperyalist barbarlıktır.
…ve yarın
Bütün Dünya mı?
Alman emperyalizmi hep ön saflardadır. Bazen
Yugoslavya’nın bombalanması ve parçalanmasında
olduğu gibi açık ve doğrudan, bazen de Irak savaşında olduğu
gibi ustaca gizlenerek. ABD ile rekabet içinde Alman
hükümeti şimdiye kadar saldırgan ve açık
olarak savaş tarafı olma işini geçiştirmiştir. Her ne kadar
Schröder/Fischer ikilisi barış meleği pozlarına
büründülerse de, gerçekte onların
döneminde de onlar kapalı olarak ABD nin askeri saldırısında
destekçi taraftılar. Irak’a askeri saldırıda
Almanya’daki Rammstein üssü ABD
saldırılarının Avrupa’daki lojistik merkez durumunda idi.
Deniz yoluyla yapılan taşımacılıkta da Almanya destek sundu. Almanya
Irak’ta polis teşkilatının yeniden kurulmasında eğitim işini
üzerlendi. Bunun yanında Alman firmaları yeniden inşada yağlı
karlar getiren siparişler aldılar. Bunlar sayesinde Alman
emperyalistleri kendilerini barış gücü olarak
gösterebiliyorlar. Halka yansıyan ve gerçeklerle
ilgisi olmayan resim şu : ABD yıkar, biz ise onların yıktığını yeniden
inşa ederiz!
Kimi sol ve hatta
devrimci gruplar da ne yazık aynı telden çalıyorlar. Onların
temel yanlışı baş düşmanın ABD’de değil, kendi
ülkemizde olduğunu kavramamalarından kaynaklanmaktadır.
Onlar ABD Emperyalizminin savaş kışkırtıcısı ve
baş düşman olduğu tespitini yapmaktadırlar.
“Bush’un Yeni Savaşı” parolası işte bu
bağlamda çokça kullanılan bir parola olmuştur.
Böylelikle Almanya’da, Alman Emperyalizmi esas
saldırı hedefi olmaktan çıkarılmıştır. Alman emperyalizmi
konusunda istenen, en iyimser yorumla ele alınırsa, onun
lütfen Amerikalıların askeri maceralarının ortağı olmamasıdır.
Halbuki şu bir gerçektir ki, Alman
emperyalizmi çoktan beridir
“Bütün dünya Alman
özüyle birleşerek sağlık kazanmalıdır”
şeklindeki Dış Politika Stratejisinin
sürdürücüsü olduğunu
göstermektedir. Dış politikanın askerileştirilmesi
ilerlemektedir. Kosova’da Enternasyonal Kosova Silahlı
Güçleri (KFOR) Alman General R.Kather’in
komutasındadır. Onun komutasında 34 ülkeden 16.000 asker
bulunmaktadır. 3000 Alman Askeri bugün Afganistan’da
görev yapmaktadır. 500 asker Afganistan’a ek olarak
gönderilmek üzere sıradadır. Alman Tornadoları şimdi
Afganistan’da savaş kışkırtıcılığı konusunda ikiz kardeşleri
olan Taliban avı peşindedir.
Savaşlar,
emperyalizmin ayrılmaz yol arkadaşıdır. Emperyalizmde barış
gerçekte iki savaş arasında bir nefeslenme arasıdır.
Henüz savaşlar Alman toprakları üzerinde
yürümüyor. Fakat 60 yılı aşkın
süredir Afganistanlılar, Iraklılar, Kongolular, Filistinliler
vb. Alman emperyalizmi ve onun savaş politikaları sayesinde de
ölmektedir. Ve savaşlar Alman topraklarına da yakınlaşmaktadır.
Emekçiler açısından yeni dış
saldırılar ve savaşların kabul edilebilir hale getirilmesi
için Alman emperyalizmi hep yeni “düşman
resimleri” üretmektedir. Şimdi “İslamcı ve
Arap terörist” resimleri panik yaratmanın
revaçta olan araçlarıdır. Münih
Maximilian üniversitesi yönetimi
öğrencilerini açıkça
“şüpheli hareketlerini”
gördükleri “Arap/Müslüman
arkadaşlarını “ gammazlamaya çağırmıştır. Av
sezonu açılmıştır yani. Daha önceleri bilindiği
gibi antisemit av sezonları vardı, bunların sonu Avrupa’daki
Yahudilerin soykırımı ile sonuçlanmıştı. Bugün hala
var olan antisemitizm yanında Arap
görünümlü insanların
tümü tehdit altında bulunuyor. Güya
güvenliğimiz için Antiterör yasaları
birbiri ardına çıkarılıyor. İçişleri bakanı
Shaeuble Alman ordusunun içte kullanılmasını hararetle
savunuyor ve planlıyor. Bunu yapabilmek için Anayasa
değişikliği hazırlanıyor. Schaeuble’nin en son sunduğu
“Antiterör Paketi” kişilerin tam
şeffaflığı (Her vatandaştan Parmak izlerinin alınması ve bunların
saklanması, pasaportlarda ve kimliklerde parmak izi) ve Mutlak Kontrol
(Bilgisayar ve e mail’lerin merkezi habersiz
kontrolü) yanında, tüm haberleşmelerin hakim izni
olmaksızın da izlenebilmesini vb. öngörüyor.
Biz emekçilerden istenen özgürlük
ve demokrasiden feragat etmemizdir. Yarın Alman ordusunun dış
müdahalelerine karşı sokağa çıkacak olanlar Anti
Terör yasalarını karşılarında bulacak, izlenecek, hapislere
atılacaktır.
Baş Düşman kendi
ülkemizdedir!
Biz
emperyalist bir bütün olarak emperyalist sisteme ve
bu sistem içinde dünyayı kendi aralarında paylaşan
emperyalist büyük güçlere
karşıyız. G8 Zirvesi bunların elinde, kendi iktidar yapılarını
dünya ölçüsünde
gerçekleştirmede kullandıkları araçlardan
biridir. Almanya bu “büyük”ler
içindeki baş aktörlerden biridir. Emperyalist
Dünya sistemine karşı mücadelede biz bu sisteme en
büyük zararı kendi ülkemizde bu sistemin
temsilcisi, doğrudan baş düşmanımıza, Alman Emperyalizmine
vuracağımız en büyük darbeyle verebiliriz.
Özünde Alman Emperyalizminin ABD
emperyalizminden bir farkı yoktur. Bunlar kankadırlar. Ne Amerikan ne
de Alman emperyalizmi gerçekte
özgürlük, demokrasi, insan hakları vs.
yanlısıdır. Bunlar zaten emperyalizmin özüyle
çelişir. Emperyalizm bir avuç emperyalist
gücün bütün dünyaya
egemenliği demektir. Kim ki şu an yalnızca en büyük
güç konumunda olan ABD emperyalizmini hedef alıp,
“kendi” emperyalizmini unutur, hedef tahtasından
çekerse, o kendi emperyalizmine destek sunuyor demektir.
Alman emperyalizminin savaş suçları ve
haydutluklarının üzeri milliyetçi-Alman
şövenisti demagojilerle örtülmeye
çalışılmaktadır. Ne yazık ki kimi sol gruplar da bu koroya
katılmaktadır. Emperyalist savaşlara karşı mücadelede bizim
müttefiklerimiz SPD’den, Yeşillere, onlardan
PDS-Sol’a kadar partilerin sahtekar politikacıları değil,
işçiler,emekçiler ve bütün
dünyada devrimci hareketlerdir. Emperyalizme karşı
mücadelede ABD’li işçi ve
emekçilerle de omuz omuzayız!
“Alman
halkının baş düşmanı Almanya’dadır: Alman
emperyalizmi, Alman Savaş Partisi, Alman Gizli Diplomasisi. Alman
halkının yapması gereken kendi ülkesindeki bu düşmana
karşı mücadele etmektir; siyasi mücadelede, kendi
ülkelerinde kendi emperyalistlerine karşı mücadele
yürüten diğer ülkelerin proletaryası ile
işbirliği içinde mücadele etmektir.”
(Karl Liebknecht, 1915) Mayıs 2007
TROTZ ALLEDEM!